Türkiye’de vergi düzenlemelerinde sık sık yapılan değişiklikler, iş dünyasının nabzını en iyi şekilde tutmak isteyen mükellefler için daima önemli bir gündem maddesi olmuştur. Son olarak, 7524 sayılı Kanun ile hayatımıza giren “Asgari Kurumlar Vergisi” düzenlemesi, birçok firmanın kurumlar vergisi matrahını nasıl etkilediğine dair geniş yankılar uyandırdı. Özellikle geçmiş yıllardan gelen zararların indiriminin yeni düzenleme kapsamında nasıl ele alınacağı ise en tartışmalı konu olarak öne çıkıyor.
Asgari Kurumlar Vergisi Nedir? Neden Hayatımıza Girdi?
Öncelikle “Asgari Kurumlar Vergisi” nedir? En basit haliyle, bu yeni düzenlemeye göre, kurum kazancınız üzerinden ne kadar indirim ve istisna uygularsanız uygulayın, ödeyeceğiniz kurumlar vergisi tutarı, belirlenen asgari oranın altında olamayacak. Yani devlet, kurumlar vergisi oranının efektif olarak düşmesini istemiyor ve vergi oranının yüzde on seviyesinin altına inmesini engellemeyi amaçlıyor. Bu düzenleme ile devlet, bir anlamda firmaların elde ettiği kazancı “minimum vergi” tabanına oturtuyor. Peki bu ne anlama geliyor? Örneğin, işletmenizin bir yılı zararla kapattığını veya geçmiş yıllardan büyük zararla geldiğini düşünün. Ancak 2025 yılına geldiğinizde elinizdeki tüm o zararları matrahınızdan düşmeden yüzde 10 oranında bir kurumlar vergisi ödemek zorunda kalıyorsunuz. Bu durumda, özellikle geçmiş yıllar zararları olan işletmelerin “kazanmadığı bir kazanç üzerinden vergi ödemesi” gibi bir sonuç ortaya çıkabiliyor.
Zarar Kazançtan Sayılır mı?
Örnek üzerinden gidelim. Diyelim ki, bir firmanız var ve 2025 yılı kazancı 1 milyon TL olarak görünüyor. Ancak geçmişteki mali durumdan ötürü 100 milyon TL geçmiş yıl zararınız var. Normalde, bu zararınızı matrahtan düşebilir, dolayısıyla kurumlar vergisi matrahınız sıfır olurdu. Ancak yeni düzenleme gereği, 1 milyon TL dönem kazancınız üzerinden, yani zararı düşemeden 100 bin TL vergi ödemek zorunda kalıyorsunuz. Bu durumda soru şu: Gerçek anlamda zarar etmiş bir işletme neden kazanç elde etmiş gibi vergi ödemeli? İşte asgari kurumlar vergisi düzenlemesinin en büyük eleştirisi burada başlıyor. Vergi sistemi, işletmelerin finansal gücünü dikkate alarak vergi yükümlülüğü belirlemek üzere kurulu olsa da, bu yeni düzenleme tam tersine bir etki yaratabiliyor.
Geçmişten Günümüze Vergi Düzenlemelerinde Zarar Mahsubu: İnişli Çıkışlı Bir Yolculuk
Geçmişte de vergi kanunlarımızda asgari kurumlar vergisi uygulaması görülmüştü, fakat o zamanlarda idare, geçmiş yıl zararlarının indirimi konusunda daha esnek davranıyordu. 3824 ve 3946 sayılı Kanunlar çıktığında da benzer eleştiriler getirilmişti. Ancak Maliye İdaresi, o dönemlerde geçmiş yıl zararlarının indirim olarak kabul edilmesine izin vermiş ve bu sayede mükellefler daha rahat nefes alabilmişti. Örneğin, o dönemde çıkan genel tebliğlerde, geçmiş yıl zararlarının vergi matrahından düşülebileceği özellikle belirtilmişti. Bu düzenlemeyle devlet, işletmelerin zararlarını dikkate alıyor ve mükelleflerin gerçek mali durumunu göz önünde bulunduruyordu. Ancak 2025 yılı itibariyle yürürlüğe girecek bu yeni düzenlemede, geçmiş yıllar zararlarının mahsup edilmesine dair bir açıklama yapılmıyor. Bu durum, işletmelerin bu zararı düşemeden vergi ödeyecekleri anlamına geliyor.
Asgari Vergi mi, Azami Yük mü?
Ekonomik zorlukların arttığı bu dönemde, devletin ekstra gelir sağlamaya yönelik düzenlemeler yapması anlaşılır. Ancak, zarar eden veya kâr marjı oldukça düşük olan şirketlerin de bu yükten kaçamayacağını düşünürsek, bu “asgari” vergi uygulaması işletmeler için “azami” bir yük haline gelebilir.
Bir şirket düşünelim ki son beş yıldır sürekli zararda. Bu şirket, vergi ödeme kabiliyetini finansal performansına göre değerlendirmeli, kazancı olmayan bir işletmenin mali güç ilkesine aykırı bir şekilde vergi ödememesi sağlanmalı. Anayasa’nın 73. maddesi burada devreye giriyor; mali güce göre vergi ödeme ilkesi, gerçek kazanç üzerinden vergi almayı amaçlar. Bu durumda, geçmiş yıllar zararları olan bir işletmenin “asgari kurumlar vergisi” ödemesi, bu anayasal ilkeyi zorluyor.
Mevcut Durum ve Mükelleflerin Hakları
Vergi düzenlemeleri karmaşıktır; mükelleflerin haklarını bilmesi bu karmaşıklığı bir nebze de olsa azaltır. Yeni düzenlemede, “ihtirazi kayıt” yöntemi ile, bir yandan geçmiş yıl zararlarını beyan edebilir, diğer yandan da bu zararın matrahtan düşülmesi gerektiğini savunabilirsiniz. Bu durumda, Danıştay’a açılacak bir dava ile Tebliğ’in iptali istenebilir. Ancak bu yola gidilmesi, sürecin hukukî mücadele gerektirdiğini de unutmamak gerekir. Üstelik geçmiş dönemlerde Maliye İdaresi’nin yaptığı gibi esneklik sağlanmazsa, mükellefler kendilerini bir vergi savaşı içinde bulabilir.
Vergide Adalet ve İyi Yönetim İlkesi
Yeni asgari kurumlar vergisi düzenlemesi, vergi adaleti ilkesinin sorgulanmasına yol açıyor. Özellikle zararla geçen yılların vergilendirilmesi, ticari olarak oldukça sıkıntılı bir süreç anlamına geliyor. Devlet, ekonomik kriz veya afet harcamaları gibi dönemsel zorunluluklar sebebiyle ek gelir yaratmaya çalışabilir. Ancak bunu yaparken, mükellefleri finansal olarak sıkıntıya sokacak düzenlemelerden kaçınılmalıdır. İş dünyasının desteklenmesi, uzun vadede ekonomik kalkınmanın sürdürülebilirliği açısından da önemlidir.
Vergi Reformları İçin Yeni Bir Perspektif
Tüm bunlar ışığında, işletmelerin mali gücüne göre vergi ödeme ilkesi, Anayasa’nın belirlediği şekilde korunmalı, bu tür düzenlemelerin mükelleflerin mevcut finansal durumunu göz önünde bulunduracak bir çerçevede yapılması sağlanmalıdır. İdarenin düzenlemede bir değişiklik yaparak, geçmiş yıl zararlarının indirime dahil edilmesine açık bir kapı bırakması, vergi adaletini sağlamak adına atılacak bir adım olacaktır.