Sadece rakamların ve bilançoların değil, tarihin de ne kadar önemli bir muhasebesi olduğunu bilenlerdenim. Bugün sizlere sadece bir siyasi partiyi değil, adeta Türkiye Cumhuriyeti’nin temel genlerini oluşturan İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni anlatacağım. İyisiyle kötüsüyle, doğrusuyla yanlışıyla; İttihat ve Terakki Cemiyeti, Türkiye Cumhuriyeti’nin mayasıdır. Bu yazıyı hazırlarken Erik Jan Zürcher, Feroz Ahmad, Şevket Süreyya Aydemir, Murat Bardakçı ve Sina Akşin gibi önemli tarihçilerin eserlerini, belgeleri ve hatıratları inceledim. Buyurun, başlayalım.
İttihat ve Terakki Cemiyeti, ilk olarak 1889’da “İttihad-ı Osmanî Cemiyeti” adıyla, Askeri Tıbbiye öğrencileri tarafından kuruldu. Amaçları, çökmekte olan Osmanlı İmparatorluğu’nu modernleştirmek, anayasalı bir yönetim kurmak ve devletin dağılmasını önlemekti. Başlangıçta bir öğrenci hareketi olan bu oluşum, zamanla ordu ve bürokrasi içinde büyük bir destek buldu.
1906’da Selanik’te kurulan Osmanlı Hürriyet Cemiyeti ile birleşerek bugünkü bilinen ismini aldı: İttihat ve Terakki Cemiyeti. Merkez üssü Selanik’ti — o zamanlar özgürlükçü fikirlerin ve modernleşmenin kaynadığı bir şehir. 1908’de İttihat ve Terakki, bu cemiyetleri birleştirerek geniş, disiplinli ve yarı-gizli bir devrimci ağ kurdu. Bu ağ, 1908’de II. Meşrutiyet’in yeniden ilan edilmesini sağlayacak kadar güçlendi.
İttihat ve Terakki kısa sürede birçok küçük yapıyı kendine bağladı:
Katılan Cemiyetler | Açıklama |
---|---|
Osmanlı Hürriyet Cemiyeti | 1906’da Selanik’te kuruldu. İttihatçılığın Anadolu’ya yayılmasını sağladı. |
Vatan ve Hürriyet Cemiyeti | Mustafa Kemal’in de kurucuları arasında olduğu, Şam merkezli gizli cemiyet. 1907’de İttihat ve Terakki’ye katıldı. |
Terakki ve İttihat Cemiyeti | Kahire’de kuruldu, özellikle sürgündeki Osmanlı aydınları arasında etkiliydi. |
Genç Türkler | Paris’te yaşayan Osmanlı aydınlarının örgütlenmesiydi; fikir akımı olarak İttihatçılığı desteklediler. |
İttihatçılar için en büyük iki ilke: Vatanın bağımsızlığı ve Milletin namusu idi. Namusu sadece kişisel bir kavram olarak değil, devletin onuru ve halkın kaderi olarak görüyorlardı.
Talat Paşa, tam anlamıyla bir pragmatist ve cumhuriyetçi ruha sahip bir liderdi. Halkın içinden gelmişti; postacıydı, telgrafçılık yapmıştı. İktidar gücünü sınırsızca kullanmak isteyenlerden değildi. Anadolu’nun derinliklerine sinmiş halkçılığı çok iyi kavramıştı. Talat Paşa, özellikle son dönemlerinde Mustafa Kemal Atatürk’e açıkça destek vermiştir. Sürgündeyken dahi, “Bizim umut ışığımız Kemal’dir” dediği belgelenmiştir. En büyük hatası ise, devlet mekanizmasını yeterince sivil bir yapıya dönüştürememesidir. Ermeni teşhiriyle ilgili olarak alması gereken kararı aldı. Yoksa bugün Erzurum ve Van, Türk yurdu olmayacak, Ermenistan’ın birer şehri olacaktı.
Enver Paşa, romantik bir maceraperest ve askeri deha tutkunu bir liderdi. İlk başta Atatürk ile çok iyi anlaştılar. Ancak zamanla aralarında bir sessiz rekabet başladı. Enver, daha popülist ve gösterişliydi; Atatürk ise daha realist ve bilimci. Enver Paşa’nın en büyük hatası, Balkan Harbi’nde ve özellikle I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı’yı aceleci kararlarla felakete sürüklemesidir. Bitmeyen hayalleri, Anadolu’nun gerçekçi ihtiyaçlarından kopmasına yol açtı.
Cemal Paşa, idareci bir kişilikti; özellikle Suriye ve Lübnan Valiliği sırasında gösterdiği başarılarla tanındı. Mustafa Kemal’e her zaman inandı ve destekledi. Cemal Paşa, “Bize bugün gerek olan akıl, sabır ve Kemal’in çizgisidir” sözleriyle, Atatürk’e olan güvenini ifade etmişti. Ancak yerel Arap halklarıyla kurduğu ilişkilerde bazı zorlayıcı uygulamaları ve otoriter yönetimi eleştiri almıştır. Şüphesiz döneminde yapması gerekenleri yerine getirmiştir.
Mustafa Kemal Atatürk, gençliğinde İttihat ve Terakki’nin bir mensubuydu. Ancak zamanla, partinin asker-siyaset iç içe geçmiş yapısından rahatsızlık duydu. Atatürk, İttihatçılığın “hürriyet” ve “halk egemenliği” idealine inanıyordu, ama uygulamadaki baskıcı yöntemleri ve klikleşmeyi doğru bulmuyordu. Bu nedenle, 1913’ten sonra İttihat ve Terakki’nin iç yapısından kademeli olarak uzaklaştı. Atatürk’ün vizyonu, gerçek bir halk iradesine dayalı, sivil bir yönetimdi. Bu yüzden İttihatçılığın özündeki devrimci ruhu aldı, ama yöntemlerini değiştirdi.
İttihat ve Terakki’nin tarihi, sadece bir siyasi partinin tarihi değil, bir milletin yeniden doğuş mücadelesidir. İşte önemli dönüm noktaları:
Yıl | Olay |
---|---|
1889 | İttihad-ı Osmanî Cemiyeti kuruldu. |
1906 | Osmanlı Hürriyet Cemiyeti ile birleşme süreci başladı. |
1908 | II. Meşrutiyet ilan edildi. |
1909 | 31 Mart Vakası bastırıldı, İttihatçılar iktidarı pekiştirdi. |
1911-1912 | Trablusgarp Savaşı, İttihatçı subaylar (Mustafa Kemal, Enver) sahneye çıktı. |
1912 | Balkan Savaşları ve büyük toprak kayıpları. |
1913 | Bâb-ı Âli Baskını: İttihat ve Terakki doğrudan iktidarı ele aldı. |
1914 | Osmanlı, I. Dünya Savaşı’na girdi. |
1918 | Mondros Mütarekesi: Osmanlı fiilen teslim oldu. |
1918-1919 | İttihatçı liderler (Talat, Enver, Cemal) yurtdışına kaçtı. |
1920’ler | Cumhuriyet kadroları eski İttihatçılardan oluştu. |
Cumhuriyet’in kuruluşunda aktif rol alan birçok isim eski İttihatçılardı: İsmet İnönü, Kazım Karabekir, Refet Bele, Ali Fuat Cebesoy, Fethi Okyar. Bu isimler, İttihat ve Terakki’nin “bağımsızlık” ve “modernleşme” ülküsünü taşıyarak, Türkiye Cumhuriyeti’nin temel taşlarını döşediler. Ancak hepsi de, geçmişin hatalarından ders alarak sivil yönetim ve hukukun üstünlüğü prensibini esas aldılar.
İttihatçılar için “namus”, kişisel bir erdemin ötesindeydi: Devletin haysiyeti, Milletin birliği, Halkın refahı. Bugün bile İttihatçıların bu “namus” anlayışını çözmeden, Cumhuriyet’in ruhunu anlamak imkansızdır. Onlar için hata yapmak suç değildi; asıl suç hataları namussuzca savunmaktı. Bilgisayarlarda bir sistemi tanıyan gizli kodlar olur ya, işte Türkiye Cumhuriyeti’nin PUK kodu da İttihat ve Terakki ruhudur. Bu ruh: Bağımsızlık, Modernleşme, Halk egemenliği, Devlet namusu ilkeleri etrafında şekillendi. Evet, İttihat ve Terakki zaman zaman büyük hatalar yaptı. Ama unutmayalım ki o hatalar bile, bugünün dersleri ve temel taşları olmuştur. İşte o yüzden bugün hâlâ, her yeni sayfada İttihatçı ruhu, hem başarılarımızda hem de eleştirilerimizde, hissetmeye devam ediyoruz.
Geçmişe sadece nostaljik bir gözle değil, aynı zamanda şeffaf ve adaletli bir bakışla yaklaştığımızda, bugünümüzü ve geleceğimizi daha sağlıklı inşa edebileceğiz.